Osmanlıca kelimeler günlük hayatımızda halen kullanılmaktadır. Özellikle Arapça ve Farsça dillerinden günümüze kadar ulaşmış bu sözcükleri özellikle hukuk dilinde çok sık görmekteyiz. Divan edebiyatında bu Osmanlıca kelimeler karşımıza çıkmakta, bazılarının anlamını bilsek de bir çoğunu Osmanlıca sözlük kullanarak anlayabilmekteyiz.
Takiye.com ziyaretçileri için Osmanlıca kelimeler ile ilgili bir yazı hazırlamak istedim. Sizlerinde eklemek istedikleri olursa, yorumlar bölümünde paylaşabileceğinizi hatırlatmak isterim.
Osmanlıca kelimeler ve anlamları ile ilgili örnek cümleler
Takiye : Gerçek inanç veya düşüncesini söylemeyip gizli tutma.
Bunlarda (İsmâîlîler’de) takiye esas olduğundan şartlara göre gerçek inançlarını gizleyerek diğer müslümanlarla kaynaşırlar, görüş ve davranış bakımından onlara uyarlar (Rûhi Fığlalı).
İmtiyaz : Farklılık, ayrıcalık.
Onun için de Bâise Hanım, ağabeyisinin konağının imtiyazlı ziyâretçileri arasında bulunur (Sâmiha Ayverdi).
İşkal : Güçleştirme,zorlaştırma, çetinleştirme,müşkilleştirme
Hikmet-i eflâk ile uğraşma Eflâtûn isen / Bunca demdir def’-i işkâl olmamış olmaz yine (Leskofçalı Gālib).
şahika : doruk
O günlerde, hatta onun şiddetinin şahikasını ifade eden “Yediği nane macununa bak,” sözünü bile sarfetmiyordu.
aksülamel : Tepki, reaksiyon
Hassasiyeti etrafta hiçbir aksülamel uyandırmazdı.
mefhum : kavram , mazi : geçmiş , akıbet : sonuç
Onlar dahi kudret mefhumunu yanlış anladıkları müddetçe şekil ve isimleri ne olursa olsun, çöküp gitmeye mahkûmdur. Maziden ders almayanların akibeti budur…
müteessir : üzülmüş, üzgün
Babam müteessir oldu, beni okşamaya gönlümü almaya çalıştı.
insiyak : içgüdü
Garip olarak on beş yaşındaki bir kızda nadir olan dinî insiyak bende çok kuvvetli idi.
Osmanlıca kelimeler içinde sıklıkla kullandıklarımız da var, bunlardan biri de tasvip etmek fiilidir.
tasvip : onama , uygun bulma
Zavallı Ali Şamil Paşa bu kavgayı tasvip etmemişti.
zillet : aşağılanma
Eve girerken herhangi bir insanın küçük ve kötü bir hareketten sonra duyabileceyi zilleti tattım.
içtimai : toplumsal
Osmanlı devrinin sisteme bağlı içtimaî yardım hissine uyarak, o mahallenin birkaç fakir çocuğu da mektebe verilir, masrafları görülürdü.
müstehzi : alaycı (istihza : gizli ve kinayeli biçimde alay)
Gözleri büyük, mahzun, biraz müstehzi idi.
muzdarip : ızdırap ve acı çeken
O günlerde her küçük kıza bir halayık şakası yaparlar, her küçük kız da bundan mustarip olurdu.
garabet : gariplik, tuhaflık
Uçları âdeta karmakarışık renkli olan bu saçların garabeti herkesi güldürüyor, ondan sonra da bu sıkılık kafamı ağrıtıyordu.
iltica : sığınma
Soralım mı?” deyince koşarak babamın bürosuna iltica ettim.
muvaffakiyet : başarı
İftar pek de muvaffakiyetli olmadı.
yeis : umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü
Deniz kenarına gidememiş olmam, içimde bir yeis uyandırdı.
itiyat : alışkanlık , tenkit : eleştiri
O günlerde Haminne ile konuşurken borçlanma itiyatlarını tenkit ederdim.
iptidai : ilkel , mübalağa : abartı
O kadar iptidaî ve mübalâğalı bir hassasiyetle dolu idi ki.
saik : sebep
Bunun saiki belki kendisinin yabancı kaldığı bir âlem yaratmaktı.
tevarüs : Kalıtım yoluyla birinden diğerine geçme.
İkisinden de birçok şeyler tevarüs etmişimdir.
tezahürat : belirti
Hislerinin maddî tezahüratı yoktu, biz de dahil, hiç kimseyi okşayıp, öptüğünü görmedim. Bunun tek istisnası oldu. O da ölüm döşeğinde.
ihtiras : aşırı güçlü istek, tutku
Her halde Haminne’yi büyük bir ihtirasla sevmiş ve hâlâ sevdiğine şüphe yoktu.
mütemadiyen : sürekli, ara vermeden
Havva Hanım da mütemadiyen lâfa karışıyordu.
intikal : geçiş
Galip’e sanatının tohumu belki de Kemal dayısından intikal etmiştir.
itidal : ölçülülük , soğukkanlılık
Bilhassa Türk kadını, kafa ve kalbindeki itidal ve cemiyete karşı muhabbetle dolu olduğu bir zamanın hasretini çekiyordu.
amil : etken, sebep
Bu iradeli kadının kocasının evinden çekilmesi bu yıkımın başlıca âmili olmuştu.
muhayyel : Hayal gücüyle yaratılan, Hayal edilen.
Kiria Eleni devrinden hafızamda kalmış olan, her halde tamamen muhayyel Aleksi adlı bir arkadaşım daha vardı.
fazilet : erdem
Şayeste’nin bence başka bir fazileti de fazla zeki olmaması idi.
mukadderat : yazgı
Galiba mukadderatımıza hâkim olan kudretin, biz zavallıların zaaflarına gülen bir tarafları vardır.
zail : ortadan kalkan
Herkesten başkalık ve ayrılık zail oluyor, ben de bu kalabalığın parçası oluveriyordum.
umum : tüm, kamu iştirak : ortaklık (müşterek : ortak)
Bu günlerde artık, hayatta umumun iştirak ettiği maddî hakikatleri de seziyorum.
cüda : çok sevilen bir şeyden ayrı kalmak (Farsça)
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
müphem : belirsiz , galebe : yengi , muğlak : anlaşılması güç
En müphem, fakat bütün zaman için galebesi en zor, en fazla mücadele edilen bir his vardır.
meşakkat : güçlük
Derin çizgileri, bu kadının başkaları uğrunda, başkaları namına katlandığı meşakkat ve ıstırabın markaları idi.
tazip : sıkıntıya sokma, üzme
Onu tazip eden şey kendi yaşında ve kendi sınıfına mensup çocukların kıyafetlerinin bambaşka olması idi.
tecessüs : görme, anlama merakı , mütalaa : ayrıntılı düşünme ile oluşan görüş ve yorum
Bir zaman sonra evi dolduran üvey annenin akrabası, kardeşleri çocuğa tecessüs ile bakıyor, mütalaa yürütüyorlardı.
menfur : iğrenç , mahluk : yaratık (mahlukat : yaratıklar)
Hepsi büyük erkekler gibi giyinirler, gürültücü ve menfur mahlûklardır.
müfrit : aşırı (ifrat : ölçüyü aşma)
Haminne’ nin ölçüsüz israfı, şahsî keyfin değil, müfrit cömertliği yüzündendir.
peyda : belli, açık (Farsça) hasıl : ortaya çıkan görünen
Bu hastalık sona erip de küçük kız evde dolaşmaya başladıktan sonra, hayat sahnesinde bir başka varlık peyda olmuştur. Bu defa evde bir de Saraylı Hanım hâsıl olmuştu.
mütenasip : orantılı
Boyuyla hiç de mütenasip olmayan ince sesiyle, “Küçük niinee,” diye çağırır.
istidat : yetenek
Tohum hâlindeki resim yapmak istidadı bu ailenin ikinci neslinden olan tanınmış bir ressamda kendini göstermiştir.
rikkat : naziklik
Büyükbaba bir yandan kaskatı ellerinden umulmayacak bir yumuşaklık, bir rikkatle küçük kızın saçlarını okşuyordu.
reva : uygun, yakışır , tedhiş : yıldırı
Rasim Dadı’nın çocuğa reva gördüğü tedhiş ve işkenceler arasında bir tanesi vardır ki onu hatırlayamaz.
sakil : çirkin
Küçük kızın Rasim Dadı dediği, çiçek bozuğu, sakil ve ters bir kadın da vardır.
hülasa : özetle, kısaca
Hulâsa, bu kadın, bu renk ve güzel koku arasında sadece bir notadan ibarettir.
muvazi : paralel
Bu ev, Ihlamur’a giden uzun caddeye inen, birbirine muvazi dik yokuşlardan birinin hemen hemen tepesindedir.
muntazam : düzenli , ahenk : uyum (Farsça) , mütekabil : karşılıklı , teshir : ele geçirme
Udînin hareketi ile dinleyenlerin inleyişleri o kadar muntazam bir âhenk içinde geçiyordu ki dinlediğim şarkılardan fazla, bu mısra sonu mütekabil hayranlık beni teshir etti.
levazım : gerekli olan şeyler, araç ve gereçler
Fakat ertesi sabah, hareketimizden evvel, levazımın başında olan Kaymakam Kemal Bey beni görmeye geldi.
muhtelif : çeşitli , müteşekkil : oluşmuş
Vaktiyle Cizvitler tarafından yapılmış olan, geniş bir bahçe içinde, muhtelif sağlam taş binalardan müteşekkil bir kolej imiş.
memba : kaynak
Bütün varlığını memba ve yaratıcısı olan Allah çölde insana ne yakın geliyor.
müşahede : gözlem
Korku ve cesaret, adamına göre, daha doğrusu mizaca göre çok değişken bir şey olduğunu bana yıllarca süren psikolojik müşahede öğretti.
vakfetmek : adamak
Hayatını bütün hastalara vakfetmiş, bütün insaniyeti içine almış güzel bir kalbi vardı.
istinat : dayanma
Cemal Paşa, tahsil meselesini, dinî olmaktan ziyade liberal ve Garb esaslarına istinat ettirmek istiyordu.
beyaban : çöl (Farsça) sahra : çöl (Arapça)
Acaba gelip alacaklar mı? Yoksa, bu beyâbâna ölsün, gitsin diye mi bırakmışlardı?
bariz : belirgin , tenevvü : farklılık
Aralarında hayale sığmayacak derecede bariz bir tenevvü vardır.
muvazene : denge
1916’da aklî bir muvazenesizlik geçiriyordu.
riyazet : nefsin isteklerini kırma
Sadeliği, riyazeti, biraz mistik ve içine dalmış gibi görünen tavrı insanı biraz düşündürürdü.
müteyakkız : uyanık, tetikte
En küçük harekete karşı müteyakkız görünüyorlar, elleri taş almak için yere uzanıyordu.
tahakkuk : gerçekleşme
Yeni Turan hiç şüphesiz bir ütopya idi ve ütopyalar gibi tahakkuk ettirilmesi mümkün olmayan gayeleri vardı.
tevekkeli : boşuna
Tevekkeli iki bin yıl evvel dünyaya örnek olan yüksek felsefe, fikir ve sanat mahsullerini vermemişti.
ilhak : katma, bağlama
Esasen Avusturya, Bosna ve Hersek’i ilhak ederek mirasa konmak salgınına başlamış bulunuyordu.
nedamet : pişmanlık
Onu bazan üzmüş olmamı düşünerek içimde acı bir nedamet hissi uyanmıştı.
elzem : çok gerekli
Vatanı için elzem telâkki ettiği herhangi meselede en büyük eziyet ve fedakârlığa katlanırdı.
telakki : kabul etme
Kendi şanlarıyla mütenasip olmayan bu oyunu yarı şaka telakki ediyorlardı.
mahiyet : öz, esas
Eserin mevzuunu da unutmuş ve elimde bir kopyası olmadığı için onun üstünde dönen kavganın mahiyetini de pek hatırlayamıyorum.
müsavat : eşitlik, denklik
Kendisi de bütün gün kadın erkek müsavatını âdeta bir papaz gibi büyük mitinglerde vaaz eder dururdu.
intiba : izlenim
Parlamentoyu ziyaretim de bende derin bir intiba bıraktı.
takim : verimsizleştirme
Hepimizin kafasını, ihtilâlleri takim eden tedhiş ve kıtal haberleri tazip ediyordu.
kıtal : vuruşma , birbirini öldürme
Muharebe. Kavga. Öldüresiye yapılan karşılıklı harp.
ihtilaf : ayrılık , uyuşmazlık
İzmir’den gönderilen askerî kuvvet dahi ihtilâf saflarına geçince vaziyet çok ciddîleşmişti.
temayül : bir tarafa eğilme, meyletme
İçimde kapalı kalmış olan fikrî temayüller önlerinde yeni ve geniş sahalar bulabildiler.
lalettayin : eskimiş, sıradan
Geriye kalan üç dört yolcuya gelince bunlar lalettayin ve renksiz insanlardı.
Tevellüt : Doğum; doğma, doğum tarihi
Senin tevellütün ne oğlum?
Kadirşinas : Değerbilir, İyilikbilir.
bilhassa : özellikle
metanet : dayanıklılık
müsamaha : hoşgörü
tefsir : yorumlama
mütefekkir : düşünür
taassup : bağnazlık
mukavemet : dayanma, karşı koyma
sergüzeşt : macera
tekerrür : tekrarlanma
inkişaf : gelişme , gelişim
serzeniş : yakınma
içtima : toplantı
intibak : uyum
veçhe : yön
mihnet : sıkıntı
vakar : ağırbaşlılık
vecize : özdeyiş
ihsan : iyilik etme
icabet : bir çağrıya gitme
istitrat : sırası gelmişken söylenen söz
mülaki : kavuşan
müşfik : sevecen
teferruat : ayrıntı
efkar : düşünce, fikir
mamafih : bununla birlikte
teşci etmek : cesaretlendirmek , yüreklendirmek
vasıl olmak : ulaşmak, varmak
salahiyet : yetki
mugayir : aykırı
tumturaklı : Anlama bir şey katmayan, bir anlam bildirmeyen ancak kulağa hoş gelen
vuzuh : açıklık , aydınlık
inkisârı hayâl : hayal kırıklığı
riyaziye : matematik
zümre : topluluk
taltif : ödüllendirme
güzide : seçkin
hilkat : yaradılış , fıtrat
mahir : becerikli , yetenekli
feragat : hakkından kendi isteğiyle vazgeçme
tetkik : inceleme , araştırma
Osmanlıca kelimeler ile ilgili yazımı umarım beğendiniz, yorumlarınızı aşağıda benimle paylaşmanızı bekliyorum.
Takiye.com’u twitter ve google haberler üzerinden abone olarak takip edebilirsiniz.
Faydalı Bilgiler kategorimizdeki diğer yazılarımız da ilginizi çekebilir.
- Tutanak Nedir, Nasıl Yazılır, Örnekleri
- Zümrüdü Anka Kuşu Anlamı Nedir? Anka Kuşu Hikayesi
- Hacer-ül Esved Taşı Nedir? Ne Demek? Hikayesi Nedir? Taş Nerededir?
- Deniz Salyası Nedir? Nasıl Geçer? Deniz Salyası Neyin Habercisi?
- De Da Yazımı Nasıl Ayırt Edilir? De Da Ayrımı Nasıl Yapılır? Nasıl Yazılır?
- Anayasanın İlk 3 Maddesi Nedir? 4. Maddede Ne Yazıyor?
- Kod 29 Nedir? İşten Çıkarılma Hukuki mi? Kod 29 Maddeleri Nelerdir?
- GSM Numarası Ne Demek? GSM Numaraları Nedir?
- Avrupa’nın En Yüksek Kulesi Çamlıca mı?
- Klavyede Olmayan Semboller
- Maydanoz Suyunun Faydaları!
- Geçmeyen diş ağrısı için okunacak dualar!